I will be writing here about things that I can not write elsewhere. This will be a starting point for my ideas in LARGESYSTEMS and ATC (Air Traffic Control), software engineering, mathematics, arts, music composition, creativity, philosophy, religion and maybe a little politics... There will also be some references to articles I have written on that subject besides a short scratched idea... I hope you enjoy my scribbles... Ali R+ SARAL
Thursday, December 11, 2008
CAMIN ÖTESİNE GEÇMEK
Küçüklüğümde bir oyuncakçı dükkanının vitrini önünde durduğum çoğu kez uzanıp camı aşmak, beğendiğim bir oyuncağı almak istemişimdir. Oysa ışık aşsa bile bizler camın ötesine geçmek yeteneğine sahip değiliz. Bir camın ayırıcılığı karşısında duyulan bu duygu yapamamanın, erişememenin verdiği eziklik duygusu… Oysa, ‘büyükler’ imizin deyişi ile insan haketmediği yapamayacağı şeylere uzanmamalı.
Yıllar geçtikçe insan farkediyor ki yaşamımız cam perdelerle bölümlere ayrılmış, kutu kutu… Bazan arada cam bile yok. Yalnızca ilgililerin belirlediği ve kabul ettiği görünmeyen duvarlar var. Bu düzene yeni gelen bir kişi başlangıçta bu ‘cam’ kutuları fark etmiyor, ta ki elini ‘haketmediği’ bir şeye uzatıncaya kadar…
Konuşmak, işte bu tür bir ayrıcalık. Çevrenize bakıyorsunuz herkes birbiri ile konuşuyor. Sanki o kadar kolay bir şey, kendiliğinden o an oluyor gibi… Oysa, bir de iş başa düşüp, kendinizi bir yabancıya, bir öğretmene, bir üstünüze ya da öğrencinize, Pazar yerindeki bir manava anlatmağa çalışın bakalım, ne olacak…
Kişi başkalarını kolaylıkla gibi yaptığı konuşup derdini anlatmanın hiç te kolay bir iş olmadığını farkediyor, tıpkı boyunun yetmediği bir şeye uzanan küçük bir çocuk gibi…
İki yaş civarında bir çocuk düşünün! Çevresinde ne olup bittiğini anlıyabiliyor. Bir çok şeyi izliyor. Hatta artık belirli bir ölçüde kendinin ayrı bir varlık olduğunu, bir canı olduğunu anlıyor. Ama konuşamıyor…
Konuşmak istediğinde önünde görünmez bir cam var… Neyi yapamadığını bilemiyor. Uzanmağa dokunmağa çalışıyor sözcüklerinin erişip dokunabileceği şeylere, elini uzatıyor değmiyor. Arada görünmeyen bir şey var. Arada, onu ve çevresindeki dünyayı ayıran görünmeğen bir şey var. Onu bulmağa çalışıyor iki yaşındaki çocuk.
Sonunda, buluyor da… Basit birkaç söz su yüzüne çıkıyor. “Anne, baba” gibi… Altta temelleri atılan yapı ise artık ömür boyu onu ayakta tutacak… Bu kendi ile ötekiler arasındaki görünmeyen camın ismidir: BENLİK.
Konuşmağı başarabilen her yetişkin insan çocukluğunda aştığı bu güçlüğü ömründe birkaç kez daha yaşamak zorunda kalır. Bunların en çarpıcısı yabancı dil öğrendiği durumdur. Hele kişi dilini tam olarak bilmediği bir ülkeye gidip oranın dilini yavaş yavaş sonradan öğrenmek zorunda kalırsa bu durum tamamen çocukluğunda geçirdiği konuşmayı öğrenme sürecine benzer… Yurt dışında bulunan kişilerde görülen çeşitli ruhi rahatsızlıklarda bunun önemli bir payı var. Eğer dikkat edilirse, şizofreni vb önemli rahatsızlıklar da çocukluğun 2 yaş ve civarındaki zor döneminden kaynaklanır.
Ülkemizde çok sayıda kişi 2. dil olarak İngilizce’ye ‘sahip’tir. Maalesef Türkiye’ye iş için gelen Avrupa’lı bir misafirimizin dediği gibi ‘Türkiye’de herkes İngilizce konuşur fakat herkes İngilizceyi çok kötü konuşur’. Yani 2. dili kötü konuşabilen bir toplumuz. Peki, ya kişi Avrupa’da bir çok kişinin yapabildiği gibi 3. ve 4. dilleri öğrenmeğe kalktığında ne olur? Maalesef, bunu ülkemizde bilen, denemiş ve hatta başarmış olan insan sayısı Avrupa’ya oranla yok denecek kadar azdır. 3. dili öğrenmeğe başladığınızda 2. diliniz zorlanmağa başlar, bazı kelimeleri unutmağa başlarsınız vb.. 4. dilde ise ana diliniz dahil bütün dillerde gramer kuralları karışmağa başlar… Kelimeleri unutursunuz, Fransızca kelimeyi İngilizce konuşurken kullanırsınız vb. Daha da kötüsü İngilizce konuşurken Türkçe konuştuğunuzu zannedersiniz, öğrencileriniz sizi şamataya alır vb. En kötüsü, sokakta yürürken yanından geçtiğiniz kişileri hangi dilde dinlemeniz gerektiğinizi bilmediğinizden Almanca konuşan kişilerin yanından geçip size Türkçe laf atıldığını zannetmeğe başlarsınız. Ömrünüzün geri kalan kısmında gürültü duyduğunuzda İngilizce, Fransızca Almanca kelimeler kulağınıza çarpar…
Ülkemizde yabancı dil öğrenimi stratejik önemi olan bir konudur. Ülkemizin civarında Yunanca, Bulgarca, Yugoslavca, Romence, Macarca, Rusça, Çeçence vb.., Gürcüce, Ermenice, Farsça, Arapça dilleri var. Avrupa açısından ise, İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca en azından gerekli… Türkiye bu boy ölçüşmeği kaynaklarının çok iyi organizasyonu, iş bölümü ve uzmanlaşma ile aşabilir.
Türkiye’nin coğrafyasının genişliği bu kadar karmaşık bir dil ve kültür yapısının içinde kendi içine kapanan bir büyük adanın zorunluluğundandır biraz da… Fiziki büyüklük ve düzen sağlamak zorunluluğu Avrupa Birliğinin prensiplerine uymayabilecek uygulamaların gelişmesini zorunlu kılmış tarih boyunca…
Türkiye öncelikle ekonomik zorunluluklar nedeni ile Avrupa Birliği ile ilişkilerini geliştirmeğe çalışıyor. Fakat tıpkı konuşmağı yeni öğrenen bir çocuk gibi Avrupa ile iletişim sıkıntısı içinde. Kendi derdini ifade etmek ve karşıdaki muhataplarımıza haklılığını kabul ettirmek çabası Türkiye’yi 21. yy dünyasında kendini yeniden tanımlamağa ve kendini yeniden bulmağa zorluyor. Aradaki camı aşmak çabası, geçmişten gelen kültürüne sahip çıkma, kendi benliğini bulmak çabası ile de birleşince Türk toplumu olağanüstü kültürel ve ruhsal zorlanmalara giriyor. Ekonomik zorunluluklar nedeni ile başlamış bir macera toplumumuzu hiç gerekmediği halde çok daha geniş boyutlarda zorlamakta.
Sunday, December 7, 2008
Monday, November 17, 2008
Le Papyrus d'Ani - The Book of Dead
Je n'ai pas fait chaque jour et tous les travaux au-dessus de ce que je dois faire.
Not have I done each day and every works above what I should do [p 195].
Nicht habe ich getan jeden Tag und jede Werke über das, was ich tun sollte.
Hiç bir zaman bir günde yapmam gerekenden çok iş yapmadım.
Mai donner à ma bouche moi, mai je parle avec elle avant le grand dieu le seigneur de la pègre.
May be given to me my mouth, may I speak with it before the god great the lord of the underworld.
Mai werden, mir mein Mund, Mai Ich spreche mit ihr vor dem großen Gott der Herr der Unterwelt.
je n'ai pas fait mes voix hautain
not have I made haughty my voice
habe ich nicht gemacht hochmütige meine Stimme
sesimi yükseltmedim
je n'ai pas pollué l'eau
not have I fouled water
habe ich nicht verölt Wasser
suyu kirletmedim
je n'ai pas maudit Dieu
not have I cursed God
nicht habe ich verflucht Gott
Tanrıya küfretmedim
Thursday, June 26, 2008
HAVACININ DUASI
Kimse bilmez nicesin,
Aziz Tanrı!
Sen anadan doğmadın,
Sen babadan olmadın,
Kimsenin rızkını yemedin,
Kimseye zulmetmedin.
Her yerde birsin,
Her yerde görürsün!
Birliğine sığındım Kadir Tanrı,
Medet senden!
Kara bulutlu göklere uçak sürerim,
İşimi rast getir!
Dede Korkut
Dede Korkut Hikayeleri – Kazılık Koca oğlu Yeğenek
Değiştirdiğim satır: Kara giysili kafirlere at sürerim
Dede Korkut’un bu hikayesinin konusu boy ölçüşmek. Verdiği dersler, eğer olağanüstü büyük bir güçlükle baş etmen gerekiyorsa ustalığı babadan oğula geçir, güçlü bir ekip kur, inancın güçlü olsun, tecrübeye değer ver…
Sanıyorum 3 ya da 4. okuyuşum Dede Korkut’u… Bu sefer yazılarımda, özellikle yabancı dil yazılarımda ve verdiğim konferans ve derslerde kullanmak üzere emniyet, güvenlik ve havacılıkla ilgili işe yarayabilecek tüm malzemeyi ayıklayıp bi kenara koydum. Yukarıdaki dua işte bu çalışmamın sonucu… Ha, bu arada, aynı hikayede geçen kilise yıkıp yerine cami yapmak fikrinin günümüzde geçerli olmayan bir fikir olduğu kanaatinde olduğumu da belirteyim!
Tabii, bu tür malzemeyi kullanırken teknik açıdan çok sağlam olmak ve ne yaptığını iyi bilmek gerekir, aksi takdirde bu güzelim şeylere zarar verirsiniz…
Saturday, May 3, 2008
Short note to chillifaith's Faith-Test
March 17th, 2008 by
Here’s a nice comment by Larry. Thank you Larry!
“Maybe in all reality we are worshiping the same God, Just with a different name.”
Feel free to write some comments and start a discussion. Comments are highly appreciated!
Subscribe to the *chilli*faith* RSS feed!
Ali Riza SARAL (1 comments.)April 2nd, 2008 at 7:34 am
Sir,
If I may,I just would like to mention
the antique peoplethe Egyptians who built the piramids…
and wrote the ‘Book of the Dead’.
I agree that the creator belongs too all,
but not only the living but really the all.
Being alive or dead can not kill your belief.
Kind regards.
Ali R+Please Note: I believe one should make the best out of life for all.
Sunday, April 20, 2008
Why should death penalty be eradicated from the world?
If you shout at a person, you will get hurt... Your nerves will break...
Whatever you do to an other person, infact you do it to yourself...
Because ‘no body is a lone island, far from the continent’ as Donne said...
Our identity as a human-being gets hurt at least, when we hurt an other human-being...
On the other side, when society hurts an individual because of
not well - educating every and each of its individuals and
not taking enough precautions to stop commercialization of violance...
The society has to pay the bill... of keeping that criminal alive for life time...
In whatever form it may be necessary to do so...
By the way,
it is easy for me to say this, as I have no authority and responsibility arising from it...
Nevertheless, I would like to allude to Sartre,
It is not enough to think right, one should act with the right method,
if one exists.
Sunday, April 13, 2008
İcrada Unutkanlık - Müzik Belleği İşleyişinde Propagasyonun İçerik Üzerine Olası Etkileri
Ali Rıza SARAL
İTÜ, Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği BSc, MSc
Illinois State University, Music Theory and Composition 2nd MM
Mimar Sinan Üniversitesi Istanbul Devlet Konservatuarı Müzik Teori ve Kompozisyon önLisans
E-Mail: arsaral(at)yahoo.com
Özet
Bu makale müzik belleğinin işleyiş sürecinde, beyin işaretlerinin propagasyonunun hatırlanan içeriğe olası etkilerini inceleyecek. Müzik icrası sırasında unutkanlık ve hatırlama sürecindeki kopmaların olası nedenlerini tartışacak. Bu beyin fırtınasında çıkan fikirlerin doğruluğunun denenişi için denek durumları önerecektir.
Abstract
This article studies the possible effects of brain signal propagation on the remembered content in the music memory processes. It discusess the possible reasons for memory mishaps during music performance. It proposes test cases for the ideas produced during this brainstorming.
1. Giriş
İcra eden bir müzisyenin belleği içerik adresleyişi ile çalışır. Parçanın ismi genel bir müziksel izlenim ve ilk başlangıca ilişkin anahtar bellek unsurlarını, ilk birkaç ölçü gibi, hatırlatır. İcracı daha sonraki ölçülere ait bellek kayıtlarına, ilk ölçülerdeki notalar ve onların yarattığı ortamın sağladığı doğal akış ile erişir. Bunu denemek için, çeşitli uzunluklarda parçalar tespit edip, bunları çeşitli özelliklerdeki icracılara ezberletip, sonra parça içinde belirli yerleri çalmalarını istemek gibi testler yapılabilir… Bir parçada karakteristik olmayan yerleri hatırlamamızı sağlayan onlardan önce gelen müzik unsurlarıdır.
2. Propagasyonun – Erişim Hızının etkisiPropagasyon bir işaretin bir ortam içinde yayılış hızını belirler. Parça içinde belirli bir yerde ve öncesinde bulunan müzik unsurları müzik belleğinde kendilerinden sonra gelecek notaların ve yorumun bellekteki yerlerini adresler. Belirli bir andaki müziğin ondan sonraki anın müziğine bellek içinde erişişi(hatırlatış) ve o bilgiyi güncel-çalışış belleğine geri getirişi için geçen süre müziğin beyin içindeki propagasyon zamanıdır. Çeşitli eğitim seviyelerindeki müzisyenler ile, çeşitli hızlardaki parçaları veya ses kümelerini, çeşitli hızlarda hatırlayış deneyleri yapılabilir. Yalnızca çok yavaş tempoda ezberlenilmiş bir parçayı çok hızlı bir tempoda hatırlayışın başarı oranı ölçülebilir, deneylerle.
2.1. Yüksek Hızın İcraya Etkileri
Yüksek düşünüş hızı zihnimizin çalışış şeklini değiştirir. Hızlanışın bir noktasından sonra, görüp, işitip, algıladıklarımızı tek tek değil grup grup algılayıp anlamağa ve hissetmeğe başlarız. Müziktede belirli bir hızın üzerinde notaları tek tek değil önce bir jest (gesture) bir noktadan sonra da yatay değil düşey bir akor olarak duymağa başlarız. Bunun nedeni insan zihninin algılayış ve işleyişindeki kapasite sınırlarıdır.
“Mutlak değerlendiriş ve anlık hafızamızın genişlikleri algılayabileceğimiz, işleyebileceğimiz ve hatırlayabileceğimiz bilgi miktarını sınırlar. Harekete geçirici giriş işaretini çok sayıda boyuta ve daha sonra da bir dizi bilgi demetine, gruba dönüştürerek, bu bilgi dar boğazını aşmağı başarırız.[4]” Müzikte bu çok sayıda boyut diklik, ritm, ölçü, tempo, süre, biçim, armoni, dizi, makam vb.İlgi genişliğimiz yedi artı eksi iki tane ayrı işareti aynı anda işleyebilecek kadardır. Mutlak değerlendiriş genişliğimiz de aynı şekilde sınırlıdır. “Yine de, bu sınırın merhametine kalmış durumda değiliz, çünkü onu alt edecek ve kararlarımızın doğruluğunu arttıracak çeşitli yöntemlerimiz vardır. Bu araçların en önemli üçü (a) mutlak değil göreli yargılarda bulunmak ; eğer bu mümkün değilse (b) uyarıcı işaretin değişkenlik gösterdiği boyutların sayısını arttırmak; veya (c) görevi art arda çok sayıda mutlak karar verecek şekilde düzenlemek. ”
Hızlı bir şeyi çalamamak yalnız mekanik değil zihinsel olarak ta imkansız olabilir. Art arda çok hızlı olarak çalabileceğiniz nota sayısı bellek kapasiteniz ile sınırlıdır. Ancak, notalar arasında diklik farkı dışında bir korelasyon oluşabilirse, yani bir çeşit gruplayış yapılabilirse çok sayıda nota hızlı çalınabilir. Bu korelasyon, bir ortak ton ya da mod gibi dizisel ve renksel, armonik dereceler gibi fonksiyonel ya da motifler, cümle yapıları gibi biçimsel unsurlara dayanabilir.
Yapılabilecek deneyler, hiç ilişkisiz uzun nota dizilerini giderek, yukarıdaki korelasyon içeren örneklere dönüştürerek her durumda hatasız hızlı çalış oranları bulunabilir. Yukarıdaki unsurlardan hangilerinin daha büyük korelasyon sağladığı deneysel olarak bulunabilir.
Müzikte çok hızlı kısımların ortak özelliği, icra açısından icracının hareketlerini küçülterek örneğin yay hareketlerini çevikleştirişi, içerikte ise derinliğin, yani armonik, biçimsel, ritmsel vb. çeşitliliğin ölçü başına azalışıdır. Tek icracının çaldığı durumlarda ve hatta çok icracılı müziklerde de hızlanış kaçınılmaz bir yüzeye çıkışı birlikte getirir, genellikle…
2.2. Yavaşlığın İcraya Etkileri
Tempo yavaşlığı dinleyici ve icracıda algılayış için bol zaman sağlar. Müziğin bilgi akış hızı düşükse bu durum hatta izleyicinin sıkılışına neden olabilir.
Yavaş bir eser semantik dallanmağa, eserin başlangıcında sunulan ve geliştirilen müzik fikirlerinin önce bellekte tutuluşuna sonra da yeni gelen unsurların başlangıçtan kalan bu unsurlarla otomatik olarak ilişkilendirilişine imkan tanır.
Temponun yavaşlığı armonik olarak uzak tonlara gitmeğe, derinliği arttırmağa imkan tanır. Ayrıca eserin ismi ya da yazıldığı bağlama ilişkin program notlarından edinilmiş bilgilerin de tetiklenişine, sembolik ilişkiler kuruluşuna imkan tanır(Bazı Beethoven sonatlar gibi.)
2.3. Hız-Tempo Yoğunluk ilişkisi
· Yoğunluk belirli bir süre içinde izleyiciye iletilen bilgi miktarı, bilgi akış hızı olarak tanımlanabilir. Yoğunluk artışı bilgi akış hızının artışıdır.
·
· Yoğunluk hızı bilgi akış hızının hızı olarak tanımlanabilir. Örneğin, çeşitli doku(texture) değişikliklerinin geldiği sonat gelişim bölümünde dinleyicinin aşırı yüklenmemesi, tematik malzemenin serim bölümünden alınan tanıdık A ve B bölmesi motifleri oluşundan kaynaklanır.
2.4. Dinleyen, Çalan, Yazan Bakış Açılarından Hız
Müziği yazan, çalan ve dinleyen insan beyni ve zihni.
İnsan belleğine erişime ilişkin hız ve miktar sınırları her üç aşamada da geçerli. Bu durum müziğin bütünlüğüne,
Vücut buluşuna (embodiment) katkıda bulunmakta.
2.5. Düşünüş Hızının Ruh Haline (Müziğin Yarattığı Havaya) etkisi
“Bu deney düşünüş hızının ruh halini etkilediğini buldu.
Düşünce hızı katılımcıların kotrollü hızını ya heyecanlı ya da depresif ruh haline sokacak şekilde ayarlandı. Katılımcılar yalnız heyecanlanışa yanıt olarak depresifleşişe olduğundan daha olumlu bir ruh haline girmekle kalmadılar, fakat aynı zamanda depresif ve heyecanlı ifadelerin her ikisinde de, daha yavaş yerine daha hızlı düşündükleri gözlendi[2].”
Duygusal tepkiler içerikten bağımsız olarak bilgi işleyişin dinamikleri tarafından belirlenir. Sabit tempoda üzücü ve canlandırıcı müzikler çalındığında depresif ve heyecanlı duygular uyanabilir. Hızlı bir tempoda depresif ve heyecanlandırıcı şeyler çalındığında üzüzcü etki daha az görülebilir. [2]’nin iddialarını dayandırdığı deney benzer koşullarda müzik örnekleri üzerinde de denenebilir.
Rahatlık ya da kolaylık işareti hedonik olarak zihinlerimize kakılmıştır ve algılayış ve işleyişte yüksek kolaylık olumlu duygusal tepkiler yaratır[3].
2.6. İcra Sırasında Kopuş
“Gerçekte, yazı yazmak eylemi tümüyle bilinçsiz değil tamamen benim bilincime ait bir yapıdır. Kendinin bilincinde değil, o kadar. Kalemim altında dünyaya gelen kelimelerden faal bir farkındalığımı sürdürmektir, yazı yazmak.[1]” demişti Sartre.
·
· Kontrollü süreçler hızlıdır ve bilincin erişimine kapalıdır. Kontrollü süreçler sınırlı imkanlara sahiptir, ilgi gerektirir, ve değişken koşullarda esnekçe kullanılabilir.
·
· Ototmatik süreçler imkan sınırlayışından bağımsızdır, ilgi gerektirmez, ve bir kere öğrenildikten sonra değştirilişleri çok zordur[5].
· İcra sırasında belleğe erişim müzk icrasının önemli bir bölümünü oluşturur. Yazı yazmak ve merdivenlerden iniş durumu müzik icrasına benzerlikler taşır. Merdivenlerden inerken eğer basamaklara bakıp her basamağı görmeğe çalışırsanız hızlı inemez hatta takılıp düşersiniz. Oysa, Sartre’ın yazı yazışı gibi, faal bir farkındalığı sürdürüp, basamaklara göz ucu ile şöyle bir bakarsak ve kendimize güven ile eylemi otomatik süreçlerimize bırakabilirsek merdivenlerden rahatça ve kaolaylıkla inebiliriz.
Benzer şekilde yoğunlaşış (konsantrasyon) kaybı müzik belleğine erişim ve bilgi akışı sürecinde akış farkındalığının kaybına ve kesintilere neden olabilir.
Aşırı odaklanış ve müziğin kendisine karşı icracının baskınlığı ve kontrol ihtiyacı, müzik belleğine erişim sürecinde bilgi akışının kesintilere uğramasına neden olabilir.
2.7. İcraya Hazırlanışta Hızın Olası Etkileri
İcra sırasında provalarda seçilenden çok hızlı bir tempo seçiş hatırlama sürecindeki sıkıntılar nedeni ile icrada kopmağa neden olabilir. Bu durum çeşitli deneklerle denenebilir. Yavaş çalınarak ezberlenmiş bir parça hızlı çalındığında icrada hatırlayış kopmaları olup olmadığı denenebilir (ya da tersi).
Çeşitli hızlarla ezberlenilmiş bir parçanın ezber esnekliği getirişine karşın belleği aşırı yükleyip yüklemediği denenebilir. Bu deneyde aynı parça çok sayıda benzer yetenekte icracının bazıları tarafından yalnız üç hızda (yavaş, orta ve hızlı tempolarda) ezberlenilir. Bir diğer grup ta yalnız tek bir tempoda ve bir kontrol grubu da çok sayıda tempoda aynı parçayı ezberler. Hatırlayış aksaklıkları sayı ve nitelikçe ölçülür.
Bir diğer kontrolde ise, tek icracı ile farklı parçalar denenebilir Psikologlarında katılacağı bu tür bilimsel deneyler yapılışı hem ülkemizdeki üniversiteler içinde yer alan konservatuarların akademik çalışımlarına hem de bu kurumların topluma katkılarına olumlu alternatif bir yön sağlayacaktır, inancındayım.
3. Tartışış
Düşünüş hızı, ya da bellekteki bir veriye erişiş hızı, o verinin bulunduğu yeri bulmak(adresleyiş) ve o bilgiyi işleneceği çalışış belleğine ve bilince ya da otomatik sürecin ilgili alanına taşımaktan oluşabilir. Erişime ilişkin sinir ağları(neural networks)’nda her seviyeye ilişkin son duyulan birkaç notanın hatırlatışı ile ilgili bir gecikiş süresi söz konusu olabilir. Bu gecikiş izleyişi kolaylaştıracak bir azlıkta olursa çalan ve izleyicinin zihninde hedonik bir etki, memnuniyet duygusu yaratabilir, çalınan parça bir matem müziği olsa bile… Hız hatırlanan içeriği etkiler.
Eser yazarken, seçtiği tempo bestecinin eseri devam ettirip ilerletişini engelleyebilir. İcra için eser hazırlayış sürecinde seçilen tempolar icra sırasında unutuşlar üzerinde etkili olabilir. İcra sırasında seçilen tempo izleyicinin ilgisinde kopuşlara neden olabilir.
4. Sonuç
Bu makale icra hızının, zihnimizde işaret propagasyonu ile olası ilişkisini deneyler önererek tartışmıştır. Müziğin ilettiği bilginin akış hızı zihnimizdeki işaret akış hızı ile orantılı olmalıdır, olabilir. Müziğin yaratılış, icra ediş ve algılanış süreci istatistiksel olarak aynı zihinsel mekanizmalardan geçer. Bu durum icra edilen müziğin içeriği üzerinde hayati hızsal etkiler uyarabilir.
İcra sırasında oluşan unutuş ve kopuşlar üzerinde bestecinin eseri yazarken, icracının çalış için prova yaparken izledikleri hız yaklaşımları önemli etkiler yapabilir.
5. Teşekkür
Bu makalenin yazımı ve sunumunu, sağladığı imkanlarla mümkün kılan Yıldız Teknik Üniversitesine, bilgeliği ve uzak görüşlülüğü ile müzik ve psikolojiyi biraraya getirişin önemini değerlendirebilen, bu sempozyumun düzenleyicisi Sanat ve Tasarım Fakültesi Müzik ve Sahne Sanatları Bölümü Başkanı Sayın Prof. Ruhi AYANGİL’e ve son olarak hatırlayıp beni şahsen davet eden emektar arkadaşım Sayın Gürsel YURTSEVEN’e teşekkür ederim.
6. Kaynaklar
[1] Sartre, J-P., ``Sketch for a Theory of Emotions'', Routledge Classics., 2006, p 36.
[2] Pronin, E. and Wegner, D.M., “Manic Thinking -Independent Effects of Thought Speed and Thought Content on Mood”, Princeton University and Harvard University, PSYCHOLOGICAL SCIENCE, Association for Psychological Science, 17(9), 1, 2006.
[3] Winkielman, P. et all, “The Psychology of Evaluation-Affective Processes in Cognition and Emotion”, “The Hedonic Marking of Processing Fluency:Implications for Evaluative Judgment”, University of Bonn, Lawrence Erlbaum As., Pub., 2003, p 189.
[4] Miller, G.A., “The Magical Number Seven, Plus or Minus Two: Some Limits on Our Capacity for Processing Information”, The Psychological Review, 1956, vol. 63, pp. 81-97.
[5] Eysenck, M.W., Keane, M.T., “Cognitive Psychology”, Psychology Press, 1996, p 113-116.
7. Ekler
7.1. Alıntılar (Özgün Dilde)
“In reality, the act of writing is not at all unconscious, it is an actual structure of my consciousness. Only it is not conscious of itself. To write is to maintain an active awareness of the words as they come to birth under my pen [1].”
This experiment found that the speed of thought affects mood. Thought speed was manipulated via articipants’ paced reading of statements designed to induce either an elated or a depressed mood. Participants not only experienced more positive mood in response to elation than in response to depression statements, but also experienced an independent increase in positive mood when they had been thinking fast rather than slow—for both elation and depression statements[2].
Affective responses may also result from the dynamics of information processing itself. Specifically, we propose that individuals monitor the fluency with which they can extract information from the presented stimulus. We further propose that the fluency signal is hedonically marked and that high fluency elicits a positive affective reaction [3].
Miller teoremi [4].
“First, the span of absolute judgment and the span of immediate memory impose severe limitations on the amount of information that we are able to receive, process, and remember. By organizing the stimulus input simultaneously into several dimensions and successively into a sequence or chunks, we manage to break (or at least stretch) this informational bottleneck.”
“The first point to note is that on patterns containing up to five or six dots the subjects simply did not make errors. The performance on these small numbers of dots was so different from the performance with more dots that it was given a special name. Below seven the subjects were said to subitize; above seven they were said to estimate. This is, as you will recognize, what we once optimistically called "the span of attention.”
The span of immediate memory
“Let me summarize the situation in this way. There is a clear and definite limit to the accuracy with which we can identify absolutely the magnitude of a unidimensional stimulus variable. I would propose to call this limit the span of absolute judgment, and I maintain that for unidimensional judgments this span is usually somewhere in the neighborhood of seven. We are not completely at the mercy of this limited span, however, because we have a variety of techniques for getting around it and increasing the accuracy of our judgments. The three most important of these devices are (a) to make relative rather than absolute judgments; or, if that is not possible, (b) to increase the number of dimensions along which the stimuli can differ; or (c) to arrange the task in such a way that we make a sequence of several absolute judgments in a row. [4]”
· “Automatic processes are fast.
· Automatic processes are unavailable to consciousness.
·
· Controlled processes are of limited capacity, require attention, and can be used flexibly in changing circumstances.
· Automatic processes suffer no capacity limitations, do not require attention, and are very difficult to modify once they have been learned. [5]”
·
· “Automacity as memory retrieval …
· After prolonged practice, the appropriate response is stored in memory and can be accessed very rapidly.[5]”
Sunday, March 16, 2008
Istanbul - Bosphorus Bridge - Ortakoy Mosque
By the way, I read in a book by Marcel BRION that, against the common belief Attila had gained more victories by negotiations on the table than on the war fields... Funny enough, it was the Romans who 'brought him up' while he stayed in Rome for a couple of years as an exchange guarantee for peace between Romans and Huns... Something to ponder about for my fellow citizens.
Please pay attention to the Mosque on the left... It is built similar to the churches in Venice... Actually, there was a simpler mosque before this one at the same place(built 1751). It was similar to a chucrh in structure... The current one was built in the 1853... It is not known what existed even before the church, as this blessed location would be a very good place for a Dorian temple which keeps its eternal light ablaze for the sea navigation...
I must note that the mosque in the picture, dating from 1853 was built by an Armenian architect from the famous BALYAN family...
To understand Istanbul, one has to take a seat in a caffee on the Bosphorus for long hours and even days and contemplate... One must contemplate at the time, the time... What is now, what is yesterday, what is moving, what is remaining...? What comes from where? What are the boundaries of identities? Are pushing boundaries forth always rational or when are they so? How is it possible to remain a proud one and be a part of universal one?
Sorry, I shut up now... Too much too many too far too short and too ... words.
Please excuse my verbosity.
Ali R+
Konusuz Yazı (Without Subject)
Bu yazımın konusu yok! Rahatlayınız! Yazının sonuna geldiğinizde anlamış olmanız gereken bir şey yok!
Şöyle arkanıza bir yaslanın. Derin bir nefes alın.
Bu yazıyı okumak için bilgisayar ekranına bakmanız da gerekmez. Mouse’u sağ elinizle yakalayıp, ekranda belirli noktalara tıklamanız da gerekmeyecek. Çünkü yazı zaten kısa olacak. Sayfa çevirişinize gerek yok.
Ha aklımdayken, bu yazıda moral ya da ahlaki bir değer de yok. Dolayısıyla, okuduklarınızı kendi değer yargılarınızla tartıp, doğru ya da yanlış demeniz, bu yazıda amma da abartmış gibi değerlendirmeler yapmanız da gerekli değil…
Heyecanlanmayınız! Kendinizi kaptırıp bir okuyuşta sonuna da gelmeyiniz! Bu yazıyı okuduğunuz da bir şeyler duymanız da gerekemiyor. Çünkü bu yazıda duygu yok…
Diyeceksiniz ki bu sefer imla kurallarına, dil inceliklerine, seçtiği kelimelere de itina göstermemiş… Sahiden umrumda değil böyle şeyler… Normalde benim için önemli olan anlatmak istediğim düşünceyi en iyi şekilde ifade etmektir. Gerisi boş… Ama tabii tahmin edeceksiniz, bu yazının ifade ettiği hiçbir şey yok, bir şey anlatmak gibi bir derdi de yok…
Sizden hiçbir isteğim de yok, doğrudan ya da dolaylı. Bu yazıyı size sonuna kadar okutacağım diye bir çabam da yok…
Diyeceksiniz ki, o zaman niye bu yazıyı bitirmeğe çalışyorsun. Hayır, öyle bir çabam da yok. Bu yazı gittiği kadar gidecek… Yarım kalmağa ya da bitmeğe kendisi karar verecek… Yani bu yazının benim ideallerimle, hırslarımla bir ilişkisi de yok…
Peki, ben ne yapıyorum? Yazı yazdığım kesin. En azından fiziksel olarak… Acaba bu yazıyı göndermeli miyim Niyazi Beye, kaygısı başladı şimdi… Acaba basar mı, muzipliği bir de… Ama bunlar önemli değil…
Acaba şimdiye kadar yazdıklarımı ne yapmalıyım? En iyisi çöpe atmak galiba…
Şimdi bu bir yazı oldu mu yani? Eğer oldu ise niye bu da bir cümle değil? “dfbşjb,o wr,ğpmwrgNoğ rg N”.
Kusura bakmayın, anlaşılamadığı kesin… Yalnızca klavye üzerinde parmaklarımın tepinmesi denebilir…
Yahu, ben ne yapıyorum şimdi?
BİLİNÇ ve BENLİK ÜZERİNE
Saturday, February 16, 2008
Wednesday, February 6, 2008
Le sens de l'égalité dans la Bible et Kur'an-i Kerim
Je n'ai pas été surpris de la décision que je suis un ancien fonctionnaire d'EUROCONTROL. Mais, j'ai été vraiment surpris quand j'ai essayé de trouver refuge dans le Kuran-i Kerim pour mes sentiments brisés de la justice… (Annexe 2).
Le fait est le sens de l'égalité ne soit pas laissée à une simple personne de décider, Allah apprécie ses croyants selon son souhait… Donc, le point de divergence entre les Turcs et les Européens n'était pas la religion, au moins dans ce cas…
Pourquoi avons-nous des Turcs vexés alors? Même les représentants du parti religieux qui régit? Le fait est que le peuple turc ont été éduqués par des petites minorités et des immigrants qui se sont échappés de l'Allemagne, de croire en les idéaux des fondateurs de l'Occident.
Connaissez-vous le titre de Erich Maria REMARQUE le livre "Lieb den Naecsten" en turc? Elle est "Love the Humans" ou l'Humanité ("Insanları Seveceksin")… J'ai essayé très fort pour trouver mon livre préféré des enfants dans une librairie à Karlsruhe, la ville de droit en Allemagne. J'ai appris qu'il n'existait pas…
Maintenant, il est grand temps que notre bien-aimé minorités et le peu de véritables intellectuels européens de corriger les erreurs tant à leurs propres foyers et ici, dans l'esprit de nous les Turcs. Avant que les choses vraiment laid…
Cordiales salutations.
Ali R+ SARAL
Appendix 1.
Matthew 20
The Parable of the Workers in the Vineyard
1"For the kingdom of heaven is like a landowner who went out early in the morning to hire men to work in his vineyard. 2He agreed to pay them a denarius for the day and sent them into his vineyard.
3"About the third hour he went out and saw others standing in the marketplace doing nothing. 4He told them, 'You also go and work in my vineyard, and I will pay you whatever is right.' 5So they went.
"He went out again about the sixth hour and the ninth hour and did the same thing. 6About the eleventh hour he went out and found still others standing around. He asked them, 'Why have you been standing here all day long doing nothing?'
7" 'Because no one has hired us,' they answered. "He said to them, 'You also go and work in my vineyard.'
8"When evening came, the owner of the vineyard said to his foreman, 'Call the workers and pay them their wages, beginning with the last ones hired and going on to the first.'
9"The workers who were hired about the eleventh hour came and each received a denarius. 10So when those came who were hired first, they expected to receive more. But each one of them also received a denarius. 11When they received it, they began to grumble against the landowner. 12'These men who were hired last worked only one hour,' they said, 'and you have made them equal to us who have borne the burden of the work and the heat of the day.'
13"But he answered one of them, 'Friend, I am not being unfair to you. Didn't you agree to work for a denarius? 14Take your pay and go. I want to give the man who was hired last the same as I gave you. 15Don't I have the right to do what I want with my own money? Or are you envious because I am generous?'
16"So the last will be first, and the first will be last."
Appendix 2.
The Glorious Kuran
http://www.kuran.gen.tr/?kid=8&x=s_main
The Cow SURAH II
245. Who is it that will offer of Allah a goodly gift, so He will multiply it to him manifold, and Allah straitens and amplifies, and you shall be returned to Him.
247. And their prophet said to them: Surely Allah has raised Talut to be a king over you. They said: How can he hold kingship over us while we have a greater right to kingship than he, and he has not been granted an abundance of wealth? He said: Surely Allah has chosen him in preference to you, and He has increased him abundantly in knowledge and physique, and Allah grants His kingdom to whom He pleases, and Allah is Amplegiving, Knowing.
253. We have made some of these apostles to excel the others among them are they to whom Allah spoke, and some of them He exalted by (many degrees of) rank; and We gave clear miracles to Isa son of Marium, and strengthened him with the holy spirit. And if Allah had pleased, those after them would not have fought one with another after clear arguments had come to them, but they disagreed; so there were some of them who believed and others who denied; and if Allah had pleased they would not have fought one with another, but Allah brings about what He intends.
Saturday, January 26, 2008
Si seulement je savais qu'il était vivant
C'est Anatolian mères mots: "Il suffit Si seulement je savais qu'il était vivant."
Pour être perdu est un précieux paradigme de la culture française. Des films français, des romans, des livres scolaires ornement le motif de se perdre fréquemment. Pourquoi le paradigme de l'être perdu est si important pour la culture française?
Bury dit sur les causes et la nature de la culture grecque antique, "The colony was a public enterprise, and the bond of kinship with the 'mother-city' was carefully fostered. ... The emigrants took fire from the the public hearth of their city to light the fire on that of their new Home" , 'A History of Greece', McMillan 4th ed. 1975, p.71 ...
Et Thucydides dit, "The Phoecians (Aujourd'hui FOÇA- ANATOLIA) toowhen they were founding Marseilles defeated the Carthaginians in a naval engagement", 'History of Peloponnessian War', Penguin 1972, p44 ...
Le Nouvou SANS Frontiers 1 p 169 Cle International 1988 dit " Au 1er siecle apres J.C., un people s'est installe dans la region des Saintes-Maries-de-la-Mer. Ces gens venaient d'un pays mysterieux de l'Asie."
Parfois, il est impossible de tout dire. Il est peut-être inutile aussi ...
Parfois, les sentiments sont si denses, nous prononcer un seul mot ou deux ...
La nostalgie de l'absent peut être perdu si forte ...
Vous le dire: "Il suffit Si seulement je savais qu'il était vivant."
Ali R+ SARAL
All are equal but not the same.
they speak the same language but also they use the
same idioms, phrases, proverbs. Because they use
the same reference points.
In order to communicate with Europeans you should
express your ideas through the reference points
that they can understand, otherwise
talking with Europeans becomes conversating with deaf.
These reference points include not only idioms, phrases,
proverbs such as
"All are equal but not the same" but also
many stories from the Bible such as
"Give Ceasar what belongs to him"
in Turkish: "Sezara Sezarın hakkını ver"...
Being Muslims Turks are better dispositioned
in that matter as there are many references (good or bad)
to the Christian religion in the Kur'an.
Of course this makes life harder for Turks
who have more than 8 language neigbors to learn,
such as
Greek, Bulgarian, Serbian, Hungarian, Romanian,
Ukranian, Russian, Arabic, Turki, Caucassus languages,
Persian, English, French, German and so on...
and have to study other culture's religions...
The bottom line is you have to now yourself and
your own religion well...
If you want to do this excellently you must study other
languages and religions.
But be careful,
a single person has a limited mental capacity.
Monday, January 21, 2008
A navigation beacon on the Bosphorus - Istanbul
Having served for Air Traffic Control in the best years of my life,
I played with beacons on the air routs in the ar quiet sometime.
Now, working and living back in Istanbul, I feel I would like to be
a small lantern on the Bosphorus, the water strait between two continents.
A small beacon that serves the sea navigation between Black Sea and the
Marmara, to Eagian Sea...
It is difficult to forget sometimes.