Annem Hacer Süheyla SARAL'a
Küçüklüğümde bir oyuncakçı dükkanının vitrini önünde durduğum çoğu kez uzanıp camı aşmak, beğendiğim bir oyuncağı almak istemişimdir. Oysa ışık aşsa bile bizler camın ötesine geçmek yeteneğine sahip değiliz. Bir camın ayırıcılığı karşısında duyulan bu duygu yapamamanın, erişememenin verdiği eziklik duygusu… Oysa, ‘büyükler’ imizin deyişi ile insan haketmediği yapamayacağı şeylere uzanmamalı.
Yıllar geçtikçe insan farkediyor ki yaşamımız cam perdelerle bölümlere ayrılmış, kutu kutu… Bazan arada cam bile yok. Yalnızca ilgililerin belirlediği ve kabul ettiği görünmeyen duvarlar var. Bu düzene yeni gelen bir kişi başlangıçta bu ‘cam’ kutuları fark etmiyor, ta ki elini ‘haketmediği’ bir şeye uzatıncaya kadar…
Konuşmak, işte bu tür bir ayrıcalık. Çevrenize bakıyorsunuz herkes birbiri ile konuşuyor. Sanki o kadar kolay bir şey, kendiliğinden o an oluyor gibi… Oysa, bir de iş başa düşüp, kendinizi bir yabancıya, bir öğretmene, bir üstünüze ya da öğrencinize, Pazar yerindeki bir manava anlatmağa çalışın bakalım, ne olacak…
Kişi başkalarını kolaylıkla gibi yaptığı konuşup derdini anlatmanın hiç te kolay bir iş olmadığını farkediyor, tıpkı boyunun yetmediği bir şeye uzanan küçük bir çocuk gibi…
İki yaş civarında bir çocuk düşünün! Çevresinde ne olup bittiğini anlıyabiliyor. Bir çok şeyi izliyor. Hatta artık belirli bir ölçüde kendinin ayrı bir varlık olduğunu, bir canı olduğunu anlıyor. Ama konuşamıyor…
Konuşmak istediğinde önünde görünmez bir cam var… Neyi yapamadığını bilemiyor. Uzanmağa dokunmağa çalışıyor sözcüklerinin erişip dokunabileceği şeylere, elini uzatıyor değmiyor. Arada görünmeyen bir şey var. Arada, onu ve çevresindeki dünyayı ayıran görünmeğen bir şey var. Onu bulmağa çalışıyor iki yaşındaki çocuk.
Sonunda, buluyor da… Basit birkaç söz su yüzüne çıkıyor. “Anne, baba” gibi… Altta temelleri atılan yapı ise artık ömür boyu onu ayakta tutacak… Bu kendi ile ötekiler arasındaki görünmeyen camın ismidir: BENLİK.
Konuşmağı başarabilen her yetişkin insan çocukluğunda aştığı bu güçlüğü ömründe birkaç kez daha yaşamak zorunda kalır. Bunların en çarpıcısı yabancı dil öğrendiği durumdur. Hele kişi dilini tam olarak bilmediği bir ülkeye gidip oranın dilini yavaş yavaş sonradan öğrenmek zorunda kalırsa bu durum tamamen çocukluğunda geçirdiği konuşmayı öğrenme sürecine benzer… Yurt dışında bulunan kişilerde görülen çeşitli ruhi rahatsızlıklarda bunun önemli bir payı var. Eğer dikkat edilirse, şizofreni vb önemli rahatsızlıklar da çocukluğun 2 yaş ve civarındaki zor döneminden kaynaklanır.
Ülkemizde çok sayıda kişi 2. dil olarak İngilizce’ye ‘sahip’tir. Maalesef Türkiye’ye iş için gelen Avrupa’lı bir misafirimizin dediği gibi ‘Türkiye’de herkes İngilizce konuşur fakat herkes İngilizceyi çok kötü konuşur’. Yani 2. dili kötü konuşabilen bir toplumuz. Peki, ya kişi Avrupa’da bir çok kişinin yapabildiği gibi 3. ve 4. dilleri öğrenmeğe kalktığında ne olur? Maalesef, bunu ülkemizde bilen, denemiş ve hatta başarmış olan insan sayısı Avrupa’ya oranla yok denecek kadar azdır. 3. dili öğrenmeğe başladığınızda 2. diliniz zorlanmağa başlar, bazı kelimeleri unutmağa başlarsınız vb.. 4. dilde ise ana diliniz dahil bütün dillerde gramer kuralları karışmağa başlar… Kelimeleri unutursunuz, Fransızca kelimeyi İngilizce konuşurken kullanırsınız vb. Daha da kötüsü İngilizce konuşurken Türkçe konuştuğunuzu zannedersiniz, öğrencileriniz sizi şamataya alır vb. En kötüsü, sokakta yürürken yanından geçtiğiniz kişileri hangi dilde dinlemeniz gerektiğinizi bilmediğinizden Almanca konuşan kişilerin yanından geçip size Türkçe laf atıldığını zannetmeğe başlarsınız. Ömrünüzün geri kalan kısmında gürültü duyduğunuzda İngilizce, Fransızca Almanca kelimeler kulağınıza çarpar…
Ülkemizde yabancı dil öğrenimi stratejik önemi olan bir konudur. Ülkemizin civarında Yunanca, Bulgarca, Yugoslavca, Romence, Macarca, Rusça, Çeçence vb.., Gürcüce, Ermenice, Farsça, Arapça dilleri var. Avrupa açısından ise, İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, İspanyolca en azından gerekli… Türkiye bu boy ölçüşmeği kaynaklarının çok iyi organizasyonu, iş bölümü ve uzmanlaşma ile aşabilir.
Türkiye’nin coğrafyasının genişliği bu kadar karmaşık bir dil ve kültür yapısının içinde kendi içine kapanan bir büyük adanın zorunluluğundandır biraz da… Fiziki büyüklük ve düzen sağlamak zorunluluğu Avrupa Birliğinin prensiplerine uymayabilecek uygulamaların gelişmesini zorunlu kılmış tarih boyunca…
Türkiye öncelikle ekonomik zorunluluklar nedeni ile Avrupa Birliği ile ilişkilerini geliştirmeğe çalışıyor. Fakat tıpkı konuşmağı yeni öğrenen bir çocuk gibi Avrupa ile iletişim sıkıntısı içinde. Kendi derdini ifade etmek ve karşıdaki muhataplarımıza haklılığını kabul ettirmek çabası Türkiye’yi 21. yy dünyasında kendini yeniden tanımlamağa ve kendini yeniden bulmağa zorluyor. Aradaki camı aşmak çabası, geçmişten gelen kültürüne sahip çıkma, kendi benliğini bulmak çabası ile de birleşince Türk toplumu olağanüstü kültürel ve ruhsal zorlanmalara giriyor. Ekonomik zorunluluklar nedeni ile başlamış bir macera toplumumuzu hiç gerekmediği halde çok daha geniş boyutlarda zorlamakta.
Thursday, December 11, 2008
Sunday, December 7, 2008
Subscribe to:
Posts (Atom)