Monday, May 26, 2014

Saadet Hoca'yı Ararken...





SAADET HOCA’YI ÖZLERKEN

Saadet İkesus Altan, Saadet Hoca Türkiye Cumhuriyetinin ilk opera sanatçılarından.  Türkiye’yi 30’lu yıllarda Almanya’da ve Avrupa’da başarı ile temsil etmiş.  Daha sonra davet üzerine Türkiye’ye geri dönmüş.  Opera sanatçısı solist olarak bir çok eserde rol almış.  Daha ileri yaşlarında Istanbul’da Opera’da hoca ve ses eğitimcisi7doktoru olarak çalışmış, opera yönetmeni olarak eserler sahneye koymuş.



Saadet Hoca ile öğrencisi sevgili Müjgan Abla, sayın Müjgan ÖZÇAY eli ile tanıştım. Hocanın daveti üzerine Moda’ya yolum düştüğünde bir çok defalar kendisini ziyaret edip çayını içtim.  Kendisini ve hoş sohbetini giderek daha çok aradığım şu sıralar bana söylemiş olduğu  bir kaç sözü sizlerle paylaşmayı uygun buluyorum.

-    Saadet Hoca’nın Almanya döneminden sanıyorum Ekrem Akurgal ile tanışıklığı vardı.  Tanıştığımız ilk sıralar arkeolojinin önemine dikkatimi çekerek “Müzik literatürünün büyük bir kısmı ‘aşk’ ‘gönül eğlencesi’ üzerinedir.  Sen de aynı şeyi yapmaktan sakın.” demiş şu kitabı hediye etmişti.


-    Estetik ile ilgili olarak: ara tonlar kullanmanın önemini belirtmişti.  Tonların katışıksız olarak ayrı ayrı ama yan yana durmasından doğan -bir çeşit Amerikan zevki denebilir- etki yerine tonların dönüşerek ve iç içe geçerek etkileşmesini tercih ettiğini söylemişti.

-    Boşluk bırakmanın önemini vurgulamıştı bir kez.  Sınırlı alanları ‘çok doldurma’ demişti.

-    Hoca, beni insanlarla ilişkilerimde mesafeli olmak konusunda uyarmıştı.  Kızdığım/kırıldığım zaman normalde ‘sen’ diye hitap ettiğim kişiye ‘siz’ ile hitap edebileceğimi söylemişti.

-    Hoca, alçak gönüllülük konusunda örnek bir kişiydi.  Çok hoştu hem alçak gönüllü hem de yeri gelince mesafeli olma becerisi ile.

-    Hoca’nın bir dersi de ‘iyilik ettiğinde kendini belli etme, saklı tut oğlum’.

-    Hoca’nın babası İstiklal savaşında şehit düşmüştü.  Şehit kızıydı.
Hoca belirli bir muhalefet çizgisine abone olmamakla birlikte gördüğü haksızlıklara da karşı çıkmaktan geri durmazdı.  Bir keresinde Cumhuriyetin ilk yıllarında, çocukluğunda Üsküdar’da bir törende bir Paşa’ya şehit kızı olarak takdim edilir.  O sırada Paşa’ya bir pasta ikram edilir.  Yokluk zamanı olduğu için yalnız Paşa’ya verilir.  Saadet Hoca Paşa’nın nasıl onca kişi önünde, ve çocuklara karşı ‘hapır hupur’ o pastayı yediğini anlatırken sanki bugün’müş gibi kızmıştı...
-    ‘Oğlum hayat kısa, başkaları senin eline yağlı boya fırçasını verip senin kendi sanatın için harcaman gereken zamanı ziyan ederler dikkatli ol’.
-    ‘Hiç bir şey seni yıldırmasın, sen çalışmana bak. Takdir ne kadar geç gelirse, o kadar çoğalır ve güçlü olur.’